Friday, October 29, 2010

Deliler

Deliler, istisnasız, her yerde beni buluyor. Her yerde ama. Kendi halimde takılmam imkansız. Ne kadar aklını kaybetmiş adam varsa bana gelir.

Geçen bir fotoğraf çekicem, zaten makina öyle dijitaller gibi değil, netliği, ışık algısı filan uğraştırıyor. Tam ayarladım. Hop, geldi gene. Hey dostum sen fotoğrafçı mısın diye girdi söze. Yok dedim adamım, projem var ona çalışıyorum. Ben de fotoğrafçıyım, bizim event'lerimiz oluyor gel onları çek diyor. Tamamiyle uçmuş ama. Hocam benim çalışma iznim yok, çalışamam dediysem de dinletemedim. Kafamda çok acayip projeler var, Brighton'ın işgal evlerini filan çekicem geceleri ve siyah beyaz filan diyor. Telefonunu verdi, ara beni dostum, çok çılgın şeyler bunlar dedi.

Fotoğrafı çekemedim tabii.

Monday, October 25, 2010

Hayattan Öğrendiklerim No: 26

Bir şeyi uzun süre ütülemezsen, bir süre sonra ütülenmiş gibi oluyor kendiliğinden.

Sunday, October 24, 2010

İki Alıntı

"Museum and mausoleum are conneceted by more than phonetic association. Museums are the family sepulchres of works of art."  -  Theodor Adorno


- What is the most important lesson life has taught you?
- Never put bananas in the fridge. (Bryan Ferry)

Thursday, October 21, 2010

Berber

Yurtdışındaki ilk berber deneyimimizi de yaşadık. Ellerin dert görmesin Oli, güzel kestin saçlarımızı. 13,5 pound bayıldık gerçi, ama tutar bir süre bu uzunluk beni. :)

Wednesday, October 20, 2010

Kalorifer (Şiir Gibi Tadında)

Tarih 20.10.2010, kaloriferleri yaktım
Not düşülsün defterlere
Saçlar çok uzadı baboli
Yarın gitmek lazım berberlere

Saturday, October 16, 2010

Sakata Geldim

Azıcık spor yapayım diye şu direnç kabloları mı ne naneyse, onlardan aldım. Hunharca asılınca küreklere beli incittik tabii. Hay mallığıma diyorum sadece.

Wednesday, October 13, 2010

Kıçımsal Fotografi

Bok gibi fotoğraflar da çeksen, üzerine saatlerce problematik ve "çaktırmadan" teorik alt metinler oluşturarak konuşuyorsan bu ortamda varsın. İki haftada anladım yani bu mevzuyu. Özellikle şu keyword'leri yedir, senden kralı yok: "space, identity, time, memory, indexicality" Uzar gider gerçi bu liste. Baydınız beni banal "art" fotoğrafçıları. Stuckist oldum sizin yüzünüzden.

Monday, October 11, 2010

İlk Vukuat

Brighton'da ilk vukuatımızı da yaşadık. Hayırlara vesile olsun. Tabii ki bu olay kimsenin başına gelmediği gibi Türkler'in başına geldi :)

Odamdayken Besim aradı, "Abi hemen McDonalds'a gel, kavga gibi bir şeye karıştık, bulaştılar, topla kimi buluyorsan getir." dedi. Olm niye polisi aramıyorsunuz, kavga edecek değiliz ya, sınır dışı ediliriz anında dediysem de ısrar etti. İyi dedim, var bir bildiği ki aramıyor. Bu İngiltere'nin en başbelası tipleri olan chav'lar sataşmış bunlara durduk yere, bizim kızların kafasına ketçap atmışlar, kola mola fırlattılar biz oradayken de hatta. Bir ton saçma salak olay. Dedim artık duracak değilim, bunları dövemeyeceğimize göre, bu herifler de buradan ayrılmayacağına göre ben polisi arıyorum dedim. Neyse işte, geldi polis, iki bıdı bıdı, bitti gitti. Ama çocukların bu ilk vukuatı değilmiş, uzun bir zamandan beri de orada takılan serseri bir ekip dediler. Yaşları da, hadi en büyüğü 13-14 olsun yani. Tek başına topunu harcarsın yani, bızdık bızdık tipler. Ama bir dokunsan, en ufak bir yerini incitsen o çocuğun, yandı gülüm keten helva. İşte böyle malca ve sevimsiz bir durum. Olan boku bokuna gerilen sinirlerimize oldu. Şu İngiltere'nin en güvenli kentlerinden biri olan Brighton'da bile bela Türkler'i buluyor ya, diyecek kelimem yok. Resmen apaçi magneti var bizde.

Ayaz

Şunu anladım ki, Brighton'da ne yöne yürüyorsan yürü, ayaz hep sana doğru esiyor. Gerçekten anlaşılmaz bir durum. Sokağın içine gireyim, binalar rüzgarımı kessin, kuytuya kaçayım gibi şeyler katiyyen işe yaramıyor.

Sunday, October 10, 2010

A Sunday Smile




Kendimi çok iyi hissettiğim bir gün oldu bu.

Gûlyabani

Hayatta en çok güldüğüm film sahnesi -ama böyle anıra anıra- herhalde Süt Kardeşler'de, Ayşen Gruda'nın Gûlyabani'yi görüp telaşla kaçarken Kemal Sunal'la çatı katında karşılaşıp, karşılıklı çığlıklaşmalarıdır.


Malum burada Cadılar Bayramı yaklaşıyor. Çok param olsa, Gûlyabani kostümü diktirip buradakilerin aklını alırdım yemin ederim. Hahahhasdldkşa :D

Friday, October 8, 2010

Thursday, October 7, 2010

Resim

Baştan böyle bir resimsiz gittik diye hep öyle kaldı burası. Ama böyle de olmaz ki. İlk aldığım baskıdan iki tadımlık koyuyorum, çok abartmayalım :)



Öpücükler.

Wednesday, October 6, 2010

Kumrular

Nereye gitsem bebe kumrular beni bırakmıyor. Daha önce de Kahramanlar'daki evimizin hemen önündeki çınar ağacında dip dibe yaşıyorduk. Yumurtalarından, uçtukları ana kadar gözlemleyebiliyorduk. Hem de aramızda 1 metre bile olmadan!
Burada da durum farklı değil. Bu sefer de karşı çaprazımdaki dairenin saksısındalar. Şimdi baktım, iki kardeş kanat antrenmanı yapıyordu annelerinin gözlemi altında. Bir yandan civir civir ötüyorlar. Bugün, yarın uçacaklar.

Tuesday, October 5, 2010

Gene de... (Üç Nokta Stayla)

Gene de çok mutluyum be... Ama hüzünlüyüm de çok. Mutluyum ama. Gözü yaşlı, yalnız bir mutluluk bu. Tanık ettiriyor çok fazla kendisine. Gelin olmuş kızını yollayan bir baba gibiyim; kalbimi çok uzaklara yolluyorum, belki bana torun gönderir diye.

Sunday, October 3, 2010

Masa Tenisi

Dün akşam elleriyle masa tenisi oynayan Çinli gördüm. İyice uçmuşlar artık.

Bir de ufak bir not: Bu gavurlar içince hakikaten bokunu çıkarıyorlar.

Saturday, October 2, 2010

İki Arada Bir Derede

Dün Brighton Fotoğraf Bienali'nde Alec Soth'la tanıştım. Tam onunla konuşurken sol yanımdan Martin Parr geldi, Alec'e bir şeyler söyledi; hani "a moment of truth" derler ya, hah işte tam öyle bir andı.

Friday, October 1, 2010

Tüme Varyazıyorum

Bugün otobüste Radiohead dinliyordum. Sonra düşündüm, çevremdeki İngilizler'e filan baktım, ulan dedim bu adamların içinden çıkmış işte bu Radiohead de dedim. Düşünsene bi' ya; memleketinden The Beatles, Radiohead, Elton John, King Crimson gibi müzisyenler çıkıyor! Ben olsam çoktan ultra-milliyetçi ve götü kalkık triplerinde geziyor olurdum. Bizden de işte Ayna, Haluk Levent, CanKan filan çıkıyor. Ne kadar gurur duysam az hakikaten...