Thursday, April 21, 2011

Frizbi

Karşıdaki parkta frizbi oynayacak arkadaş bulmak zorlaşıyorsa, yaşlanıyor ve yalnızlaşıyorsunuz demektir.

Sunday, February 13, 2011

12 Şubat

Güzel bir gündü. 13 küsür kilometre yürüdük ama be yaa! Aha, bu da Brighton'ın en şirin ailesi:

Saturday, January 29, 2011

Muhteşem Tost

Bu post'um nedense draft olarak kalmış. Yayınla yerine, kaydet filan dedim herhalde. Neyse, buyurun, afiyet olsun.

Tarifini veriyorum, not alın:

- Meksika chili'si
- Alman salamı
- İrlanda cheddar'ı
- İngiliz ekmeği
- Türk yiyici

Film



Hayatta hiçbir şey bana yeni bir film takmanın heyecanını; hiçbir şey de biten bir filmden sonra filmsiz kalmanın sinirini vermiyor. Sanırım doğru işteyim.

Friday, January 14, 2011

Alo?

Hiç yazasım gelmiyor, ondan yazmıyorum. Hadi hemen hızlıca döndüğümden beri ne yaptığımı geçeyim.

- Yılbaşı güzeldi. Deli divane bir ev partisinin ardından, sahile gittik. Muhteşemdi. Naif ve yalnızdı.

- O zamandan bu yana makale ve projenin baskılarıyla boğuşuyorum desem yeridir.

- Havalar kızardı, bozardı. Soğuk değil ama depresif. İnsanın canı hiçbir şey yapmak istemiyor.

- Öyle böyle şöyle işte. N'olsun...

Saturday, December 25, 2010

Döndüm

Brighton iline geri döndüm sonunda. Facebook'a da yazdım ya, hadi burada da tekrarlayayım: Çok uzun ama bir o kadar da kısa bir tatil oldu. İzmir ve getirdiği tembelliğe alışmak çok kötü. O yüzden tam tadında bırakarak gelmek iyi oldu.

İzmir'e gelmenin, daha doğrusu Türkiye'ye gelmenin, başka artı yönleri de oldu tabii. Önceleri her şeyi Türkiye'ye transfer etmenin yollarını hayal ediyordum. İşte şu kitabı çeviririm, şunu yaparım, bunu ederim filan, vs vs... Hemen bir optimizm rüzgarlarına kapılmalar... Sonuçta, kafanın bir yerinde hep "memleket planı" olması iyi bir şey değil. Ha, B Planı olarak kalsın, ona lafım yok. Aman ya, neyse ne işte...

Gurban olduğum, çatılarına vuran güneş ışığına bittiğim, mutlu yüzlerini sevdiğimin insanlarının yaşadığı Brighton'ı çok seviyorum. Her saniye mutlu oluyor insan burada. Çok üzüldüğünde bile... Evet, arada çok da üzülünüyor işte malum sebeplerden.

Şu an koca katta yalnızım. Hatta yurtta bile insan görmedim daha. Ama eminim benim gibi 5-6 kişi daha var. Güzel geldi ama yalnızlık, böyle bir kafa dinlemece filan. Yarın öbür gün de damlamaya başlarlar zaten. O zaman da onun tadı çıkar.

Of, yazdığım en dağınık post bu oldu. Öyle böyle şöyle yazasım var da ondan. Öptüm, bye, kib!

Monday, December 13, 2010

İzmir Günleri

Olm bu ne soğuk? Brighton'da bu kadar çok üşümedim ben. Yanlış yere mi indim ben acaba?

Yolculuk hakkında kısa notlar:

- İngiltere'de trene binerken, önce kapıda, bazen(gelirse) kondüktöre, çıkışta da tekrar kapıda gösteriyorsunuz. Kısaca saçma diyebileceğimiz bu sistem canımdan can aldı. İlk trenim zaten iptal oldu, sonraki trene binmişim; üşümüş ve olağanca yorgun bir adamım. Sen girdikten sonra o 20 metrelik mesafede biletleri düşür, her yeri ara tara bulama... Misler gibi 3,5 pound'a aldığım bilet patladı, gidip 13,5 pound verip yeni bilet aldım. Sonra yeni biletini aldığım tren de rötar yaptı. Zaten uzun yolu izleyen bir trendi. Hah dedim, Türkiye yolculuğu başladı.



- Uçak yolculuğu filan fena değildi. Londra - İstanbul uçağında kesin ünlü olur diyordum, oldu da: Emre Aydın ve Gülşen vardı. Ünlüler çiftliği sıtayla. Haa, İstanbul - İzmir uçağında da Mansur Ark var idi. Bizdensin Mansur!!!


- Ev. Şu iki harf nelere bedelmiş. Sıcağı ayrı sıcak, yemeği -ee haliyle- ayrı lezzetli. Bir de buraya gelmem çok iyi oldu. Bazı şeyleri insan gerçekten daha iyi idrak edebiliyor. 

İyi oldu abi işte. Daha ne diyeyim. :) 23 Aralık'a kadar yiyip, içer, yatarım ben anca :)

Thursday, December 2, 2010

Kar

Olm bir kar yağdı, bir kar yağdı... Burası dünya güzeli bir şehir.

Monday, November 29, 2010

28 Pound

Yaz arkadaşım: Toros bir haftayı 28 pound'la nasıl geçirdi?

Geçen Pazartesi tam 35 pound'um kalmıştı. Ben bununla 1 haftayı geçiririm demiştim. Daha da 7 pound arttı. Gıdamdan kesmedim, biramı da içtim. Sadece dışarı çıkmadım ve filmleri banyoya veremedim. Hepsi bu. Kaldı ki, zaten bu hafta pek dışarıya çıkasım da yoktu.

Oldu mu, oldu ama ;)

Wednesday, November 24, 2010

Riot!


Bugün okulda olaylar çıktı. Bir süredir üniversite öğrencileri zaten okul ücretlerinin arttırılması dalgasına mekan basıp duruyorlar. Bugün de bizim okuldaydı. Daha doğrusu Brighton genelindeydi. Ulan helikopterler filan geldi, oha! Bunlar bizdeki olayları görse ne yapacaklar acaba? Ben yabancı öğrenci olduğum için hiç içinden bile geçmedim olayların, çünkü göte gelme potansiyeli yüksek bir ortam. İngiziler'e bişicik olmaz, ama beni bulur, şutlarlar valla ülkeden. İşin komiği, kamera kullanmam gereken bir workshop vardı o sırada, ulan elimde gamara, polisler sokağımı üs bellemiş, aha dedim ya, maceraya hoşgeldin. Kup!

Bu arada bu fotoğrafı bugünkü The Guardian'dan aldım. Memleketin protestocusu bile sempatik kardeşim.

edit: Brighton'ın gazetesi The Argus'un fotoğrafları için: Link!

Tuesday, November 23, 2010

Para

Para, sadece zamanı satın alabiliyor olmasıyla bile yeterince çekici. Yeteri kadar zamanla da yeteri kadar mutluluğa ulaşmak bize kalıyor.

Thursday, November 18, 2010

Sabun

Bence hayattaki diğer bir önemli ayrıntı da, doğru sabunu bulmaktır. Evet, yanlış okumadınız, sabun dedim. Doğru sabun. Doğru sabunu bulan insan, elini yüzünü şöyle bir yıkadı mı, hay anasını arkadaş dünya varmış be der. Bunlar hayata dair çok çok önemli ayrıntılar.

Aha benim yeni sabunum bu. Dördü birden, sadece 1 pound olm! Mis gibi de kokuyor, inanamazsın.

Wednesday, November 17, 2010

Uzun Zaman Olmuş

...ve ben yazmamışım. Bu sıralar biraz projeyle ilgileniyordum ve kafa olarak yorgundum. Bugün "interim review" denilen, herkesin projesinde şu ana kadar yaptıklarını sunduğu ve hep berabercene değerlendirdiğimiz zamazingoya girdim. Oldukça olumlu ve besleyici geçti benim açımdan. Kafam rahat. Proje üstünde sıkı çalışmaya ve titiz olmaya çalışıyorum.

Okul ve buradaki öğrenim üzerinden biraz daha konuşmam gerekirse, burada çok kısa sürede aldığım eğitimle çok farklı kafa yapısına sahip bir adam oldum. Yani fotoğraf adına konuşuyorum. Kendim aynıyım: Nato kafa, nato mermer :) İnsanların görüntüye yaklaşımları, fotografik resmi tanımlama çabası, bu dili nasıl kullandıkları ve nasıl "çevirdikleri"...
Bunları görmek, öğrenmek çok güzel; ama bir yandan bizim ülkeden harbiden hiçbir cacık olmayacağını bilmek çok kötü. Bu konuda kesinlikle bizimkileri de suçlamıyorum. Daha temel olarak edinilmesi kitaplar bile ya çevrilmemiş, ya da berbat çevirilerle ortalıkta dolaşırken; piyasada "işte bu işin temeli budur!" edalarında dolaşan kıytırık kitaplar varken, fotoğrafa yeni heves etmiş insanlar varolma çabası içinde çok yanlış sitelerle görsel yapılarını mahvederken, iyi bir fotoğraf anlayışının oluşması zaten mümkün değil. Nasıl olacak onu da bilmiyorum. Bizim insanımız da o kadar artiz ve kendini beğenmiş ki, iki şey öğrendi mi, tüm dünyayı o bilgiyle yorumlayabileceğini sanıyor. Neyse yaaa...

Bunun dışında, geçen Cuma Magnum Expression Awards'ın ödül töreni bizim okulda oldu. Martin Parr, hem jüri üyesi olması, hem de Brighton Fotoğraf Bienali'nin bu seneki küratörü olması dolayısıyla oradaydı ve bize oylama sürecini anlattı. Bunlar muhteşem şeyler. Link'e tıklayıp, işlere bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Bunun da dışında, bu Cuma ilk Londra gezime çıkıyorum. Ama gezip, eğlenmekten çok bir fuara katılacağım için günübirlik gidiyorum. Her sene düzenlenen bu tek günlük fuar/konferans/bla bla aktivitesinin adı VisionOne. Link'e tıklayarak bu seneki programı görebilirsiniz. Ben açıkçası sırf Jonas Bendiksen ve Tom Hunter'ı dinlemeye gidiyorum, gerisi pek umrumda değil :)

Thursday, November 11, 2010

Ev Günü

Hani bazen "ev günü" diye tabir ettiğimiz günler olur ya. Dışarıda hafiften bir yağmur, rüzgar, hava kapalı, vs vs... İşte bugün tam o güzel günlerden biri. Tüm gün evdeyim babacım, it'll be gooooood!

Monday, November 8, 2010

İngiliz Kavgası

Bugün İngiliz kavgası gördüm. Ula aynı filmlerdeki gibi konuşuyordu herif, geldiğimden beri filmlerden sevdiğimiz o haşin ve psikopat İngiliz aksanına tanık oldum. "I'll cut your throat, ye hear me?! I'll cut it out, I hate ye!" aha böyle bağırıyodu sarı.